30 Ocak 2012 Pazartesi

Tatildeyiimmmm

Tatil ne güzel bişeysin sen! Bol uyku, bol yatış ohh miss :)

31 Aralık 2011 Cumartesi

Damn it!

Yılın son günü saat olmuş 15:33 ve ben hala kendime gelemedim. Az önce friendfeedde girdiğim entry bu durumun sebebini açıklıyor aslında. " Damn headache, go away" 3 gündür kesintisiz baş ağrısı çekiyor olmak sinir bozucu bişey a dostlar. Uyuyorum uyanıyorum baş ağrısï sıkıldım ama ben çok fena :( Bak canım güzelim git benden yeni yıla seninle girmek istemiyorum ben sensiz daha mutluyum, hadi canım kış kış!!! Neyse her şeye rağmen yine de yeni yılın gelişini dostlarımla kutlayabilecek olmak güzel.. Özlemle hasretle geçecek bu yıl başı da ama olsun her şeye rağmen güzel geçmesini umuyorum herşeyin.. Ben şimdi gidip akşam için pastamı yapayım c u ..

30 Aralık 2011 Cuma

Dinliyorum, dinliyor musun?

Bu aralar bi Şarkıya takılmış durumdayım siz de dimleyin sayın eğer okuyan biri varsa bunu :d http://www.youtube.com/watch?v=YZ3GFUpw7KU&feature=youtube_gdata_player

Biliyorum..

Evet evet biliyorum tembelim bu aralar, bu aralar da değil hep tembelim, üşengecim. Hep o işler yüzünden ama yoksa benim içimde üşengeçliğin zerresi yok :) Yine yazıcam deyip yazmayalı yıl olmuş hatta yıl bitmiş.. Yeni yıl arifesinde bari bişeyler olsun burda, yeni yılla ilgili dilekler olsun, güzel şeyler olsun yeni yılda üşengeç olmiyim biraz daha blogumla ilgileneyim mesela :)) 2011 nasıldı deseler gözümün önünden en çok üzüntüye dair bir şeyler geçer, hayatımda bir daha bu kadar üzüldüğüm bir yıl olmaz umarım, bu benim ilk yeni yıl dileğim olsun.. Çok yoğun yorucu fırtınalı dalgalı bir yıl geçirdim ve ooppss bu benim için çok fazlaydı.. Hayattan istediğim şeyleri artık daha iyi biliyorum sanırım. İlk önce huzur istiyorum, mutluluk zaten huzur olunca oluyor kendiliğinden. Başımı yastığa koyduğumda huzurlu olmalıyım. I just want some peace,please!

7 Ağustos 2011 Pazar

Winds of change..

Bir önceki yazım da demiştim ki artık daha farklı bir hayata başladım diye. Birazcık da ondan bahsetmeli,çünkü artık hayatımı tamamen değiştiren, dolduran bir şey bu!

Öğretmenlik!

Evet ben öğretmenim artık. Hatta bir eğitim öğretim dönemini atlattım, ikinci yılına başlamak üzere olan bir öğretmenim.

Hollanda'dan geldikten tam bir hafta sonra atandığımı öğrendim. Gümüşhane-Kelkit'te bir belde okulu. birdenbire nasıl yani dedirtti bana bu atama olayı. sanki hazır değildim öğretmenliğe. Eylül ayında göreve başladım.

Okula ilk gittiğim günü dün gibi hatırlıyorum. Tedirgin bir şekilde otobüse bindim,acaba doğru otobüs mü diye ,öyleymiş :)

Okula gittik diğer öğretmenlerle birlikte, meraklı gözlerle etrafa bakışlar, bütün öğretmenlerle tanışma.. Aradan bir kaç saat geçtiğinde sanki bir kaç senedir bu okuldaymışım gibi hissettiren güzel insanlar :)

Sonra öğrencilerle ilk tanışmalar, okulun ilk günü bu kim der gibi bakmaları :) derken dersler başladı. Ben ne olduğunu anlayamadan sınav hazırlamam gerekti, performans, proje ödevleri vermem gerekti, sistem, şifre,not,vs,vs.. Uff bilmediğim bir sürü şey. Bir yıl içinde hepsini öğrendim tabi , çok zaman almadı ama başta bu işlerle uğraşmak zor geldi açıkçası. Artık öğrenci olmadığımı farkettim :) Ama çok şanslıydım ki harika insanlarla birlikte çalıştım daha ilk senemde, onların yardımlarıyla öğrendim her şeyi..

Okula, öğrencilere, öğretmen arkadaşlara alışmak en kolayıydı. Zor olan uzak olmaktı, her şeyden,herkesten. Yaklaşık 3 ay bir yurtta kaldım. Orada kalmanın da etkisiyle hiç sevemedim Kelkit'i, çok sıkıldım, bunaldım başlarda. Sonra kendi evime geçince, ve çok sevdiğim insanlarla komşu olunca daha güzel gelmeye başladı her yer. Böylece çok önemli bir şey daha öğrenmiş oldum. İç huzurun varsa her yer güzel, yoksa her yer kötü..

Başlarda kötü gibi gelen o küçük şehir, şimdi daha güzel görünüyor gözüme. Dostlarım var çünkü orada. Çok sevdiğim insanlar var. Özlemiyor da değilim hani evimi, dostlarımı, okulumu. neyse ki tatilin bitmesine 1 aydan az zaman kaldı :)

bu yazının ana teması winds of change olsun yani. değişim rüzgarları esiyor, esmekte..


14 Haziran 2011 Salı

tembel ben :)

birden bir adet blogum olduğu geldi aklıma :) ancak çok zaman geçmiş yahu buraya bakmayalı. hatta tam 1 sene demeli :)
1 sene önce hollanda anılarında bırakmışım, üstüne neler oldu neler..
hollandaya veda edeli çook zaman oldu. üstüne yeni şehirler, yeni insanlar tanıyalı, yeni maceralara atılalı, yeni bir hayata başlayalı çok zaman oldu. anlatacak yeni şeyler var artık. yeni insanlar. yeni yerler. ne gariptir ki geçen seneki hayatımdan farklı bir hayatın içindeyim şimdi, o zaman da mutluydum yaşadığım hayattan, şimdi de.
evet.
artık yeni şeyler söyleme zamanı..

17 Haziran 2010 Perşembe

3. ay.

Yarın tam 3 ay oluyor Hollanda'ya geleli. Nasıl da geçti zaman. Neredeyse bitiyor. Son günler Goes'da. İçimde bir burukluk var. Çok alıştım bu ufak şehre. Çok özleyeceğimi hissediyorum. Ama gitmezsem daha fazla özleyeceğim :)

11 Haziran 2010 Cuma

I AMsterdam :)

Ha bir de Amsterdam'a gittim tabi. Hollanda'ya gelip de Amsterdam'a gitmezsen döverler adamı :) Bir gece önceden gidebileceğim müze vs araştırdıktan sonra sabah erkenden çıktım yola, ve bütün gün Amsterdam'da dolaştım. Amsterdam Centraal istasyonunda indim ve istasyon bile görülmeye değerdi :) Eğer Amsterdam'a gidecek olan biri varsa diye söylüyorum, tren istasyonunun karşısında Turist Ofisi var. Ben ilk önce oraya gittim ve bir şehir haritası edindim. Daha sonra bir turizm acentasının önünden geçerken de bulduğum küçük bi harita çok yardımcı oldu :) Amsterdam'da dolaşmak için otobüs,tramvaya falan gerek yok bence. Çünkü her yere yürüyerek kolayca gidilebilir. Amaç gezmek olunca da zaten bence en güzeli yürüyerek şehri daha iyi görmek :) İlk önce Dam Meydanını buldum.. Bikaç fotoğraftan sonra hemen meydanın karşısında olan Madame Tussaud müzesine doğru giderken 2 yaşlı kadın çevirdi, bişey sorabilir miyiz falan dediler ben de tabi sorun dediğim gibi, "Sizin için dua etmemizi ister misiniz?" diye bi soru geldi. Nasıl yani? Benim için, dua? Gezimin iyi geçmesi için bana dua edeceklermiş. Tabi para karşılığında :)) Hz İsa'yı biliyor musun diye sordular, Onun adına dua edicez senin için dediler :D biraz komik geldi açıkçası. Ben kendim için dua ederim deyip yoluma devam ettim tabi :)
Sonra çok merak ettiğim Madame Tussaud müzesine geldim ve içeri girmek için uzun bir sıra bekledikten sonra müzeye girebildim. Müze oldukça ilginç, hoş geçerken farkında olmadan Hollanda'nın tarihindeki karanlık çağdan bahseden bir yere girdim, Amsterdam gezimin en kötü anlarıydı :S İçerdekiler balmumu heykel olsaydı korkardım ama heykel gibi görünen, makyaj yapılmış insanlar olunca ve bunlar üzerime doğru hareket edince bastım çığlığı.. O bölüm bitmek bilmedi sanki. Kalp krizi geçirmeme ramak kalmıştı ki attım kendimi ordan :)) Müzenin devamında gezerken de her şeye tereddütle baktım her an kıpırdayabilirler diye :D Beğendiğim ünlülerin balmumu heykellerini yakından görmek keyifliydi :) Hele bir de Tom Hanksin heykelini görmek paha biçilmezdi :D

Madame Tussaud müzesinden sonra, ikinci hedef Anne Frank'in evini bulmaktı. Epey yürüdükten ve aradıktan sonra sonunda buldum. Ve tam da beklediğim gibi upuzun bi kuyruk. Tabi o kadar gittikten sonra beklememek olmazdı. Anne Frank'in hikayesini daha önce okuduğum için daha da çok görmek istedim. Hikayesini şuradan okuyabilirsiniz.http://tr.wikipedia.org/wiki/Anne_Frank
Bu hikayeyi bildikten sonra o evin içinde dolaşmak daha etkileyiciydi, evin içinde eşya yok fakat yine de alıp götürüyo insanı geçmişe. Anne Frank'ın odasına girmek, günlüğünün sayfalarını görmek hüzün veriyor.
(Anne Frank'ın Günlüğü bir çok dile çevrilmiş ve Türkçesi de var, merak edenlere..)
Anne Frank'ın evinden çıktıktan sonra bir yemek molası verip Van Gogh müzesini aramaya koyuldum. Haritaya baka baka uzunca bi yoldan sonra orayı da buldum. Müzenin kapanmasına 40 dakika kaldığı için hızlıca burayı da gezdim. Van Gogh tablolarını görmek çok çok güzeldi. Her bir fırça darbesini görüp hissetmek güzelden de öteydi.
Van Gogh müzesinin arkasında kocaman bir park var. Yemyeşil, gençlerin spor yaptığı, eğlendiği çok güzel bir park. Orda oturup dinlenmek o yorgunluğun üzerine iyi geldi :)
Ve sonrasında eve dönüş için tren istasyonunu bulmaya geldi sıra :))

Ordan, burdan..

1 hafta sonra 3 ay olacak Goes'a geleli.. Özlem arttı iyice. Herkesi, her şeyi özledim. Burası baştaki kadar güzel gelmiyor artık. Monotonlaştı her şey. Sıradanlaştı. Ama bu mutsuz olduğum anlamına gelmiyor :) İlk günlerde her şey heyecan veriyordu şu an sanki yıllardır burada yaşıyor gibi aşinayım her şeye. İlk günlerdeki kadar da gezmiyorum ama arada yakınlarda bi yerlere de gidiyorum. Roosendal, Bergen op Zoom içinden trenle geçip de merak ettiğim yerlerdi. İkisine de gittim. Bu iki şehir de Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerler ve zaten şehrin içine girince hemen anlaşılıyor. Hollanda'da her şehir aynı gibi geliyor bi yerden sonra. Evler, mağazalar, yollar hep aynı.. Güzel, yeşil, ve de düzenli bir ülke..

11 Mayıs 2010 Salı

Goes'ta günler geçerken..

Günler geçip gidiyor Goes'ta. Neredeyse 2 ay olacak. Sanki aylardır burda gibi hissediyorum kendimi. Garip. Ama güzel zamanlar geçiriyorum burada. Geldiğimden beri bir sürü yer gezdim. Ulaşım sisteminin bu kadar rahat ve kolay olmasını beklemiyordum ama kolaylıklar işime yaradı :) Geldikten 1 hafta sonra Utrecht diye bir şehre gittim Burçinle birlikte( buradaki diğer Türk asistanla) Utrecht. Hollanda su yönünden çok zengin. Bunu tüm şehirlerdeki kanallardan,göllerden görebilirsiniz. Utrecht de öyleydi. Kanal boyunca yürüdük, tüm gün yürüdük. Dom Tower'a tırmandık. Çok yorucu bir turdu ama en yükseğe tırmanıp şehri izlemek keyifliydi. Leonieyle tanışıp bütün akşamı birlikte geçirdik. Ertesi gün kiliseye gittik :) Pazar ayini, rahip olma töreni izledik. Bu gezinin sürpriz kısmıydı. Kilisede ki herkesin saçı beyazdı :) Farklı bi deneyimdi. Sonra yine bütün gün şehirde, kanalın etrafında yüryüş..

Utrecht gezisinden bir kaç hafta sonra, Brüksel'e gitmeye karar verdik. Brüksel Goes'a 2 saat. Başka bir ülkeye gidiyosunuz ve 2 saatte :) Farklı bir ülkenin sınırına girdiğinizi cep telefonunuza gelen mesajla anlayabiliyosunuz sadece :)
Brüksel'de Central Station'dan hemen Grand Place'e gittik. Zaten çok yakın. Grand Place gerçekten de güzel bi alan. Kafamı kaldırıp binalara baktığımdan vayy be dedim içimden. Binalar şahane, üzerlerinde bir sürü heykel, işlemeler vs. Çok farklı bi atmosfer. Sonra Grand Place etrafında dolaşırken tesadüfen çikolata ve waffle dükkanlarının arasında bir kalabalıkla karşılaştık. Neye baktıklarını anlamaya çalışırken meşhur Maneken Pis'te olduğumuzu farkettik. Bu Maneken Pis meşhur bi veled, işeyen çocuk heykeli :) Brüksel'de çok meşhur. Her yerde onunla ilgili hediyelik eşyalar ve çikolatalar :) Maneken Pis'i de gördükten sonra meşhur waffle dan yemesek olmazdı :) Dondurmalı, meyveli, çikolatalı kocaman bi waffle'ı "Amaan bi daha mı gelcez Brüksel'e yiyelim" diyerek mideye indirdik. Waffle gerçekten güzeldi bu arada :)

Daha sonra ne yapsak nereye gitsek diye düşünürken, üzerinde Sightseeing yazan otobüslerden birine binmeye karar verdik. 10 dan fazla yere uğruyo bu otobüsler ve 24 saat boyunca aynı bileti kullanarak istediğimiz yerde inip, binebildiğimiz bi tur. Ama şansımıza biz en kötü tur şirketini seçmişiz :) Çünkü şöyle ki bize dağıttıkları kulaklıklarla koltukların önündeki radgo gibi bişiden tur boyunca nerde olduğumuzu falan anlatan kayıtları dinleyebileceğimiz söylendi. 5 dilde falan kayıt var ama hiç bişey anlaşılmıyodu. Eğer bunu Brüksel'e gidecek birileri okursa, yeşil renkteki otobüsleri seçmeyin :)
Otobüse bindik ve adını hatırlayamadığım bir sürü yer gördük. En son durak olarak da Atomium ve MiniEurope'a geldik. O gün ikisini de görmek istedik fakat saat geç olduğu için ertesi güne bıraktık. Gece kalmak için otelimizi ayarladıktan sonra tabiyki de yemek yemeye gittik :) Brüksel'de midye yemek lazımmış, tamamen midye restoranlarından oluşan bi sokak bulduk ve o güzel restoranlardan birine oturduk :) Ben tabi ki de midye yemedim :D Ama tadına bakmaya çok yaklaştım :) Ağzıma bir tane midye aldım, dişimin değmesiyle mideme gitmesi aynı andaydı sanırım :D
Ertesi gün ev arkadaşım Katrin de bize katıldı ve Atomium'u görmeye gittik. Atomium şahane bi yer. Demir atomunun 150 milyon kat büyütülmüş hali. 1958 yılında yapılmış olması da oldukça ilginç geldi bana :) Uzaktan muhteşem görünüyo. Bir sürü fotoğrafını çektim elbette. Sonra içine girip içinde ne var ne yokmuş görebilmek için önce uzun bir bilet sırası, sonra da uzuunnnn bir asansör sırası bekledik. Fakat içi beklediğim gibi ilginç değildi, artık ne beklediysem :D Atomiumun içinde olmanın tek güzel yanı yüksekten Brüksel'in bir kısmını görebilmiş olmaktı :D
Atomium sonrasında MiniEurope'a gittik. Avrupadaki meşhur olan herşeyin minyatürünü yapmışlar bizdeki Minyatürk gibi. Minieurope u uzuunca gezdik ve artk Brüksel'e dönmemiz gerekiyodu :D Daha hediyelik bişiler , ve meşhur Belçika çikolatası alınacaktı :) Ve tabi çok geç olmadan da eve dönmek gerekti..
Brüksel gerçekten güzel bir şehir. Her yerde Avrupa Birliğiyle ilgili binalar görmek mümkün. Bi tarafta tarihi binalar görürken bi tarafta da modern binalar var. Oldukça farklı kültürlerden insanlar var. Türk de çoktu çünkü her yerde kebapçı vardı :)
Brüksel keyif aldığım şehirlerden biriydi. Yorulduk ama güzel bi gezi oldu..
, sonbahar
Kısayollar: Ctrl tuşu ile şu tuşlara

14 Nisan 2010 Çarşamba

Goes Lyceum

Başlıkta gördüğünüz şey Hollanda'da asistanlık yaptığım okulun adı. Oldukça büyük bir lise. Türkiyedeki okullardan biraz farklı tabii. Oldukça düzenli tertipli bi okul, çok fazla öğretmeni var, Türkiyede okullarda öğretmen sıkıntısı çekilirken burada fazla sayıda öğretmen var ve çalışma şartları da çok rahat.
Bana gelince, hala tam olarak bişeyler yapıyor gibi hissetmiyorum kendimi. 3. sınıflarla konuşma dersleri yapıyoruz. Çok hoş, çok kibar çocuklar. Bazıları sıkılsa da konuşmaya çalışıyorlar, ve çok saygılı çocuklar olduklarını söylemeliyim.
Daha erken gelebilmiş olsaydım daha düzenli bi programım olurdu ama burada artık dersler bitiyor ve o yüzden de benim programımı yapmakta biraz zorlanıyorlar.
Okula gittiğim zamanlarda çok keyif alıyorum. Ama okul olmadığı zaman gerçekten sıkıcı oluyor. Bazen sırt çantamı alıyorum yürüyüşe çıkıyorum. Oturup etrafı izliyorum,insanları gözlemliyorum. Evde olduğum zamanlarda da film izlemeye devam :) Geldiğimden beri kaç tane film izledim bilmiyorum :))

12 Nisan 2010 Pazartesi

Günler geçerken..

Goes'a geleli 24 gün olmuş. Garip ama sanki aylardır burada yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Normalde çabuk alışamam ama buraya çok çabuk alıştım.
Acayip güzel bi şehirdeyim. Evlere hayranım geldiğim günden beri. Önünde ufacık bahçe, kocaman pencereler. Pencerelerin önünde kocaman süsler, vazolar, çiçekler..
Ama yollarda yürüyen insanlar görmek zor çünkü herkes bisikletlerinin üstünde.En küçüğünden en büyüğüne, atlamışlar bisiklete :)) İnsan sonsuza kadar yaşamak isteyebilir bu şehirde, eğer benim gibi sessizlikten hoşlanıyorsa :) Araba sesi olmayan bi yer burası. Bazen bu sessizlik beni korkutuyo ama yine de güzel...

4 Nisan 2010 Pazar

İlk gün :)



5.15 İzmir-Amsterdam uçağı.. İlk defa uçağa bindim. Heyecanlı bir gece, heyecanlı bir uçak yolculuğu. Ve sonra Amsterdam Schiphol Havaalanı. Ve sonra Goes'a tren yolculuğu.. Trene de binmemiştim daha önce. Ama uçak kadar heyecanlı olmadı benim için :) Etrafa bakarak nerde olduğumu anlamaya çalışarak geçti tren yolculuğu da vee sonunda Goes'a vardım :) ve sonunda okulumu gördüm :) Beklediğimden daha büyük ve daha güzel bir okul. Çok tatlı bi öğretmen okulu gezdirdi. Sonra daa evimm :) Herşey beklediğimden daha güzel :) İşte bu da benim çirkin evim :)))

23 Mart 2010 Salı

Ve sonunda Goes..

Çoookk uzun bir bekleyişten sonra gelebildim Goes'a.. Neden mi bu kadar uzun sürdü? Çünkü Hollanda bana vize vermemek için epey direndi. Ama sonunda verdi :)
En başından beri heyecanlı bir süreçti benim için. Bazen moral bozukluğu bazen de heyecan ve sonunda Hollanda topraklarındayım :))

7 Ekim 2009 Çarşamba

Kelebek'e özel..


Canım arkadaşım,kuşum,kıvırcık saçlı kelebeğim =) benim için ne kadar değerli olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde..çok kıymetlisin çok.. 4 senelik üniversite hayatımın bana kazandırdığı en güzel şeylerden birisin bu böyle biline =))
Off yazamıyorum yaa ağlıcam nerdeyse keşke yanında olsaydım kuşum be :( Ufak bi pasta, mumlar şıkır şıkır süsler..Işığı kapatıp pastayla odaya girip " ii ki doğduunn Tutkuuuuu" diye sen Ayyyy Kuşummm die sarılsaydın,mumları üfleseydin falan filan.. Ama olsun be onu da yaparız bi gün kuşum..
Tutkuuuu duy benii seni çok seviyorum.
çok.çok.çok.
İyi ki varsın iyi ki tanımışım ben seni..
Yeni yaşında da hep mutlu bi kız ol.Hep gül.Etrafındaki herkesi mutlu et yine enerji ver. Öğrencilerinle çok iyi anlaş..Tutku tiçırlarını çokk sevsinler (zaten sevmemeleri mümkün deil)

6 Ekim 2009 Salı

Bugün 6 Ekim..


Bugün benim çook sevdiğim birinin doğum günü..

3 sene aynı yurtta kalıp son bikaç ayda kurulan bir arkadaşlık, arkadaşlıktan da öte bişi aslında =) O bikaç ayda neler neler paylaştık biz. Sohbet, muhabbet,makara herşey vardı =) Birlikte gidilen yemekler, içilen çaylar, kahveler =)

Hadi ders çalışalım artıkla başlayıp hiç ders çalışılmadan yapılan uzuuun muhabbetler =)

Onun yanında olmak mutluluk verdi bana huzur verdi.. Keşke dedim ahh keşke. Neden bekledik bu kadar sene. Sen hergün aynı koridorlarda gezip aynı kantinde oturup da son bikaç ayda bu kadar yakın ol ve şimdi de bu kadar özlee =(

geç bulup hiç kaybetmeyeceğim bi insansın sen benim canım arkadaşım =))

Seni çok seviyorum..

İyi ki doğdun

iyi ki tanıdım seni DİDEM...

4 Ekim 2009 Pazar

Nostalji =)))


Bugün uzuun zamandır yapmadığım bişi yaptım =) Aslında önemsiz bi detay ama özlemişim yine de yaziim dedim.. Efenim bilmem bilir misiniz Ülker Çokokremin diş macunu gibi tüplerde satılanı vardır. Diş macunu gibi ama sıkınca içinden çikolata çıkıyo waauwww :D bugün markete gittiğimde nerden geldiyse aklıma geldi gittim aldım =D 3 lü pakette satılıyor olması pek hoşuma gitmese de aldım.. Sonra efendm eve geldm akşam otururken aldım bi tanesini aynı çocukluğumdaki gibi hepsini ağzıma sıkıp yedimmm =))) Bildiğiniz çikolata ama bana niye bu kadar keyif verdiyse artk :D Sonra acaba dedm bi ben mi seviyorum bunu =))) neyse ufak bi nostaljiydi yeter bu kadar nokta.

2 Ekim 2009 Cuma

Biter mi acaba??


Puzzleımın son hali.. Sadece geminin gövdesi bitti.. Zor bir puzzle mı seçmişim yoksa yapmaya yapmaya hamlamış mıyım bilmem =))) Ama zor da olsa bitecek kararlıyım =P
Zor falan ama çok zevkli bişi bu yahu, çok dinlendirici, keyifli... Şimdilik bu kadar oldu ama bundan sonraki aşamaları da paylaşıciim =))


Daha görülecek ne var ki?








Takıldıklarımdan bir diğeri de.. Buna daha çok takıldım aslında. Tanışmak için çok geç kalmışım bu filmle. Yaklaşık 1 ay önce izledim. Etkisinden de çıkabilmiş değilim. Nedir bu filmin adı ? =))

Yönetmenliğini Lars von Trier'in yaptığı Björk'ün oynadığı tek film : Dancer in the Dark!!
Björk bu filmle Cannes'da En iyi Kadın Oyuncu ödülünü almış. Bu ödülü de haketmiş hani.
Björk'ün oyunculuğu sesi kadar güzel.

Selma. Nasıl bir kadın bu yaa. Nasıl bir yürek. Nasıl bir fedakarlık.. Çok ilginç bir müzikal bu. Müzikaller mutlu biter diyor Selma, ama bu müzikalin sonu mutlu bitmiyor. Gözyaşlarınızı tutamıyorsunuz o kadar yani =(



Filmin içindeki en can alıcı sahnelerden biri bence "I've seen it all" şarkısını söylediği yer. Şarkıyı çok uzun zamandır dinliyordum ama o sahneyi izledikten sonra şarkı anlamını buldu. Herşeyi gördüm diyor Selma, daha görülecek ne var ki?

Daha görülecek ne var? Aslında görmek istediği çok şey var ama.. Filmi izlemeye başlıyorsunuz. Bu kadın rol mü yapıyo yoksa gerçek mi diye soruyorsunuz kendinize. Sonra film bitiyor gözyaşları içinde. Film bitiyo ama kafanızda bir soru :Neden? Neden böyle oldu yaa? Boğazınızda bir düğüm gitmiyo bir süre. Şarkıyı her dinlediğinizde, aklınıza her geldiğinde o düğüm boğazınızdaki yerini alıyor.


Dancer in the Dark/ Karanlıkta Dans filmi benim favorilerim arasında artık.

Kesinlikle İzlenmeli.

Bugünlerde Takıldıklarım...


Bugünlerde bolca evde oturduğum için takıldığım bi sürü şey var haliyle :P Şarkılar, filmler, diziler vs. vs. işte =)))
Let's go!!
*Sertab Erener'in "Bu Böyle" şarkısı çok fena takıldı mesela. Off nasıl güzel bir şarkı bu yauw. Dinlemeyen kalmış mıdır bilmiyorum ama dinleyin efenim çokça dinleyin klasik olacak bi Sertab şarkısı bu.



Dinlenmeli.